1. BÖLÜM - BİR SARAY DOLUSU GEÇMİŞ (Part 2)

Merhaba, canım okurum. Bu bölümün sonunda artık hikayenin arkasındaki büyük gizemi öğrenmiş olacaksın. Senden bir ricam olacak. Bölüm sonunda medyaya yüklediğim klibi izlemeni istiyorum. Lütfen oy vermeyi unutma. İyi okumalar diliyorum❤️




Ay Prensesi yüzünde aptalca bir sırıtışla Ay Sarayı'na giderken uçan atı birdenbire garip davranışlar sergilemeye başladı. Önce havada durdu, sonra kendi kendine titredi ve aniden yolundan saptı. Prenses, düşmemek için ona daha sıkı tutunurken ağzından bir çığlık kaçtı. Başına bir şey gelmesi, başını daha büyük bir derde sokardı çünkü saraydan ayrıldığını kimseye söylememişti.

Pegasus hızla başka bir yere doğru ilerledi ve varması gereken yeri biliyormuş gibi seyrek olmayan ağaçların arasına yöneldi. Ağaç dallarından dolayı acı verici bir iniş olmuştu.

Diana nereye geldiklerini anlamak için etrafında dönmeye başladı. Öz'ün yabani ormanlarından birindeydi. Zifiri karanlıktalardı. Bu sorun değildi, çünkü Diana zaten geceye aitti. Karanlık ve ıssızlık onun için hiçbir zaman sorun olmamıştı.

Derin bir nefes aldı ve atının yanına gitti. Usulca başını okşadı. "Neden buradayız kızım?" At kişnedi ve daha sonra hemen dizlerinin üstüne çöktü. Diana ne olduğunu anlayamıyordu. "Seni korkutan bir şey mi oldu?" dedi ve o da eğilip atın başını okşamaya devam etti.

"Hayır o iyi," dedi arkasından ilahi bir ses.

Ay Prensesi aceleyle ayağa kalktı ve göz göze geldiği yaratığı görür görmez saygıyla dizlerinin üstüne çöktü.

"E-efendim," diye kekeledi. İşte şimdi hapı yuttuğunu düşünüyordu. Daha birkaç dakika önce Davin'le beraberlerdi ve yakalandıklarını düşünmeye başlamıştı. En büyük yasaklardan birini çiğnemişlerdi çünkü.

"Ayağa kalk Ay Prensesi," dedi Gökyüzü'nün Elçisi. "Seni götürmeye geldim."

Diana anlamayan gözlerle dev beyaz kürklü kediye baktı. "Efendim, bir sorun mu var?"

Gökyüzü'nün Elçisi hiçbir şey demeden arkasını döndü ve yarattığı portasyona girdi. İtici bir güç Diana'yı da oraya girmeye zorluyordu.

Portasyondan çıktıktan sonra Diana ne zaman kapattığını anlayamadığı gözlerini açtı. Nefes nefese kalmıştı ve başı dönüyordu. Daha önce binlerce kez portasyonu kullanmıştı ama bu defaki ona çok ağır gelmişti. Kendini kaybetti ve yere yığıldı.

Bir süre sonra kendine gelmeye başladı. Fakat karşısında gördükleriyle dili tutulmuştu. Ne gördüğünden kendisi de tam olarak emin değildi fakat kesinlikle onun algısının çok ötesinde bir şey olduğuna emindi. Ona bakmaya devam ettikçe başı dönüyor kulakları çınlıyordu.

"Ona bak," diye emretti Elçi.

Diana hemen arkasında duran Elçi'yi görünce bir nebze de olsa rahatlamıştı.

"O- o..." cümlenin devamını getiremiyordu.

"O, Kutsal Gökyüzü'nün Ruhu, Diana," dedi Elçi.

Diana'nın gözleri büyüdü. Ne yapacağını bilmiyor, eli ayağına dolaşıyordu. Hemen kendini yere attı. Eğilebildiği kadar eğildi karşısındaki şeyin önünde. Tam olarak neye benzediğini anlayamıyordu hala. Hayalle gerçeğin karışımı gibiydi. Güneş'i, Ay'ı ve Yıldızlar'ı hatta tüm evreni içinde barındıran bir sis bulutu gibiydi. Enerjisi o kadar ağırdı ki ona bakmak bile kendinden geçmesine sebep oluyordu.

"Ayağa kalk," dedi Gökyüzü'nün Ruhu. Sesi nereden geliyordu? Hem hiçbir yerden hem de her yerden gibi.

Diana titrekçe ayağa kalktığı zaman Gökyüzü'nün Ruhu'nun az önceki karmaşık hayaletimsi görüntüsü yerine, karşısında tıpatıp kendisini gördü. Şaşkınlıktan küçük dilini yutacaktı. Ruh ona doğru bir adım atarken görüntüsü değişti. Şimdiyse karşısında Arya'yı görüyordu. Bir adım daha attı, Arya gitti yerine Elio geldi. Her adımında tanıdığı bir başka kişiye dönüşüyordu. Tam da yanına vardığında Güneş Krallığı'nda daha önce gördüğü bir şifacı kız formundaydı.

"Tanrıça Diana..." diye mırıldandı Ruh.

Diana kaşlarını çattı. Bembeyaz bir odada bulunuyorlardı fakat oda şimdiden ona karanlığın en korkunç tonu gibi görünmeye başlamıştı.

Bu sırada Elçi, Kutsal Ruh'un yanına ilerlerken daha önce görmediği, kaslı, tıpkı onun gibi beyaz saçlı ve inkar edilemeyecek kadar yakışıklı bir erkek formundaydı. Kalbi kulaklarında atan Diana ne yapacağını bilemez halde ona baktı.

"Asırlar önce birileri dengeyi bozdu," diye söze girdi Kutsal Ruh. "Evrene bir bak. Bu mükemmel düzene bir bak. Ben Özleri bu düzenin mutlak güvenliği için yarattım fakat birileri bu düzeni bozdu. Ve sen bana o düzeni geri getireceksin, Tanrıça Diana."

Diana afalladı. Geriye doğru sendeledi fakat mükemmel derecede güzel bir insan halinde olan Elçi onu tam zamanında yakaladı.

"B-ben A-ay Prensesiyim. Tanrıça olmak ne haddime," diye zar zor çıkan sesiyle konuştu. Kelimeler ağzından bir inilti gibi kaçmıştı.

"Sen seçildin, Diana," dedi Kutsal Ruh. O konuşmaya başlayınca Elçi Diana'yı bırakmıştı. "Ay Krallığı'nın hak ettiği denge için sen seçildin Diana. Var olmuş ve olacak olan kötülüğe karşı bir silah olarak sen seçildin."

Evet, Ay Krallığı diğer krallıklardan daha güçsüzdü. Fakat bunu eşitlemek için içlerinden birini tanrıça yapmak bambaşka bir şeydi. Bu... Bu çok büyük bir şeydi.

Fakat Diana, Kutsal Ruh neye layık gördüyse onu yapmaya hazırdı.

Dizlerinin üstüne çöktü saygıyla onu selamladı. "Siz nasıl isterseniz, efendim."

Gökyüzü'nün Kutsal Ruhu memnuniyetle gülümsedi.

"Sen seçildin fakat dönüşümün için yapman gereken çok önemli şeyler var, Ay Prensesi." Tanrıça dememişti. "Öz'e geri döndüğünde daha önce hissetmediğin kadar yorgun hissedeceksin. Belki de başını yataktan kaldıramayacak kadar. Çünkü ruhuna işlenen bu yeni enerji düğümü için öncelikle bedeninin alışması gerekecek. Krallardan ve hatta kraliçelerden bile daha güçlü olmak için bir süreliğine sahip olduğun güçlerden feragat edeceksin."

Diana ürperdi. Bir başkası olsa, herkesten daha güçlü olma işine seve seve atlarlardı fakat bu Diana'nın gözünü aşırı derecede korkutmuştu.

"Kendine gelmeye başladığında kendi krallığın başta olmak üzere her krallığın özelliklerini çok yoğun bir şekilde yaşayacaksın. Önce Ay Krallığı gibi saf, masum ve duygusal, sonra Güneş Krallığı gibi enerjik, lider ve biraz da asabi olacaksın. En sonunda da Yıldız Krallığı gibi dengede ve tamamıyla olgunlukta olacaksın. Her birini sırayla yaşadıktan ve Öz'de bulunun bütün kişisel görevlere teker teker sahip olduktan sonra seni yeniden görmeye geleceğim. İşte o zaman gerçek bir tanrıça olacak ve Gökyüzü'ne yakışır bir şekilde Elçi'nin gelini olacaksın."

Bir dakika... Ne?!

"Elçi'nin gelini mi?" diye sordu Diana. Göz ucuyla Elçi'ye baktı. Bu mümkün olamazdı. O Kutsal Elçi'ydi. Diana bir anlığına onu yanında hayal etti ve bu ortam içerisinde öğürmemek için kendini zor tuttu. Hayatı boyunca tapındığı kişiye bir eş gözüyle bakamazdı.

Gökyüzü'nün Ruhu şimdi de Davin gibi görünmeye başlamıştı. Fakat konuşunda ağzı oynamıyor, ses dışarıdan geliyor gibiydi. Ve kesinlikle Davin'in sesi değildi.

"Onu seviyorsun, öyle değil mi?"

İşte şimdi hapı yutmuştu.

Yalan söyleyemeyecek kadar batmış gibi hissediyordu. Yavaşça başını salladı.

"Bunun yasak olduğunu da biliyorsundur o halde."

Yeniden başını salladı.

"Aşk mantıkla çelişir Diana. Sen bütün Özlerin hatta bütün evrenin tanrıçası olmak üzere seçildin. Sen, dengin gibi biriyle beraber olmalı ve Gökyüzü'nü onurlandırmalısın. Ya onu sevmekten vazgeç ya da onu öldür."

Ya da onu öldür.

Diana birkaç adımı geri çekildi. Fakat bu defa adımları korkakça değil kendinden eminceydi.

"Ya size bunu yapmak istemediğimi söylesem?" dedi. Başı dikti. Aptalca bir cesaretti.

"O halde bunu senin yerine ben yaparım," dedi Elçi ve Diana'nın bütün cesareti anında geri çekildi.

"Senin kaderin çoktan yazıldı, Diana. Kaderleri elinde tutmak ve hatta gerekirse yeniden yazmak senin elinde olacak. Bu yüzden yapılması gerekeni yap," diye lafı bitirdi Kutsal Ruh. Yeniden şekil değiştirerek bu defa bir toprak elfi şekilde yanına geldi. Tam da Diana'nın kalbine yerleştirdi elini. Bu temasla Diana, yüksek bir yerden düşüyormuşçasına bedenine geri çekildi.

Nefes nefese gözlerini açtığında başının dibinde Arya'yı, Davin'i, annesiyle babasını ve Yıldız Kraliçesi ile Yıldız Kralı'nı buldu. Bir de onlara eşlik eden bir ordu dolusu muhafız.

Ha siktir.

Kaybolduğunu ve başına bir şey geldiğini sanmışlardı. Bu yüzden geceye ait olan iki krallık da yeri göğü ayağa kaldırmışlardı. Şimdi Güneş doğmak üzereydi ve Güneş Krallığı'nın sırasıyken bile herkes ayaktaydı.

Diana yanındaki bir muhafızdan destek alarak ayağa kalktı. Ay Kraliçesi hemen Diana'ya kollarını doladı. Kraliçe çok korkmuştu, herkes çok korkmuştu. Fakat bu, burada ne aradığını merak etmedikleri anlamına gelmiyordu.

Ay Kraliçesi geri çekildiğinde yüzünü görebilmek için kollarıyla Diana'yı tutmaya devam etti ve her zamanki otoriter haline geri döndü.

"Burada ne işin var Diana?" dedi. Sesi gerçekten de çok sinirli çıkıyordu.

"Saraydan çıkarken neden kimseye haber vermedin?" diye de ekledi Ay Kralı.

Diana yutkundu. Ne söyleyeceğini bilmiyordu. Gözleri bir an için annesiyle babasının arkasında kalan Davin'e kaydı. O da merak ediyordu, neden saraya geri dönemediğini. Diana gözlerini Davin'den çekti fakat Arya ikisinin bir saniye bile sürmeyen bakışlarını çoktan yakalamıştı.

"Diana, konuş," diye üsteledi Ay Kraliçesi. "Neden saraydan çıktın ve neden burada tek başına baygın halde yatıyordun? Ne oldu?" Adeta kükrüyordu.

"Luna, biraz sakin ol. Baksana ne kadar korkmuş görünüyor," dedi Yıldız Kralı.

"Başına gelebilecek her türlü ihtimali göze alarak çıktıysa saraydan, korkması benim için bir anlam ifade etmiyor. Bir cevap istiyorum. Neden çıktın ve ne oldu?" dedi Ay Kraliçesi.

Bu konuşmalar arasında Diana hızlı hızlı düşündü. Aklına gelebilecek en saçma cevabı verdi.

"Biraz hava almak istemiştim," dedi.

"Hava mı?" diye kükredi bu defa Ay Kralı. "Saraydan hava almak için mi kaçtın?"

"Kaçmadım," dedi Diana.

"O halde neden tek başınasın?" dedi Ay Kraliçesi.

Bu defa onun da canına tak etmişti. Diana'nın umursamaz tavırlarından bıkmıştı. Ay Krallığı'nı çok kötü temsil ediyordu ve bu onu çok huzursuz ediyordu. Üstelik asırlar önce Elçi'ye verdiği sözü tutamamanın korkusuyla yaşamak onu yormaya başlamıştı. Ne olursa olsun Diana'yı koruyacaktı, ki bunu zaten kendi kızı olduğu için bir başkasının söylemesine gerek kalmadan yapardı. Ama bu defa sorun ne olursa olsun ağzından çıkan sözcüklere engel olamamıştı.

"Bir veliaht olmanın önemini anlayamıyorsun sanırım," diye tekrar konuşmaya başladı kraliçe. Diana korkuyla eğdiği başını bu sözler karşısında şaşkınca kaldırdı. "Kendi canını hiçe saymanın ve Ay Krallığı'na ait olmanın ne demek olduğunu anlayamıyorsun."

"An-"

"Lafımı kesme!" diye gürledi kraliçe. "Senin, krallığımı küçük düşürmenden ve en önemlisi kendini gözün kapalı tehlikeye atmandan bıktım! Sen bir prensessin, benden sonra bu krallığı yönetecek olan kişisin. Böyle davranarak nasıl bir kraliçe olmayı başaracaksın!"

Yıldız Kraliçesi araya girdi. "Luna bunu başka bir yerde konuşun isterseniz."

Ancak bu sözler çoktan herkesin önünde Diana'yı küçük düşürmüştü. Muhafızlar gözleriyle olayın dedikodusunu yapıyor fakat daha da önemlisi Arya ve Davin'e rezil oluyordu. Gözleri dolu halde ona kükreyen kadına baktı. Bulabildiği tek şey hayal kırıklığı oldu. Elinin tersiyle gözlerini sildi ve kalabalığı yararak oluşturduğu portasyona ilerledi.

"Lafım daha bitmedi küçük hanım," diye arkasından sesledi Ay Kraliçesi.

"Diana hemen geri dön!" dedi Ay Kralı.

Diana buna karşılık daha hızlı hareketlendi ve portasyonla kendini odasına bıraktı.

Odaya girdiği anda baş dönmesiyle yere yığıldı. Gökyüzü'nün Ruhu'nun dediği gibi halsizleşmeye başlıyordu ve portasyon yaratmak var olan azıcık gücü de elinden almıştı. Yine de bu sorun değildi. Yerde öylece durmak sorun değildi. Kafasının içinde annesinin sözlerinin dönüp dolaşması sorun değildi. Yerde öylece ağlaması hiç ama hiç sorun değildi. Gözleri ağırlaştı ve kendini uykunun kollarına bıraktı.

Böylece günler geçti. Diana yataktan kalkamaz hale gelmişti ve bunun sebebini hiç kimse anlayamıyordu. Ay Kraliçesi ettiği sözler yüzünden üzülüp bu hale düştüğünü düşünüyor ve kendi suçluyordu. Arya, Nora, Davin ve Elio onu eğlendirmek sık sık onu ziyaret ediyorlardı. Ama Diana biraz bile olsun tebessüm etmiyordu. Bazen, gerçekten kendini enerjik hissettiği o günlerde zar zor Davin'in gözlerinin içine bakıyor ama hiçbir şey söyleyemeden göz kapakları ağırlaşıyordu. Davin ise endişeden kendini yiyordu. Ona bir türlü ne olduğunu soracak zaman bulamamıştı ve o geceden beri kafasında türlü türlü senaryolar kurmuştu. Ayrıca Elçi rüyalarında Diana'ya görünmeye başlamıştı. Onu tanımaya çalışmasından veya onunla sohbet etmek istemesinden nefret ediyordu Diana. Her ne kadar ona sürekli "Ben senin gelinin değilim," dese de bunun istese de istemese de öyle olduğunu biliyordu.

Bir gün Diana uyurken Arya onu ziyarete geldi. Gerçekten Diana için çok endişeleniyordu ve onu iyi edebilmek için elinden geleni hatta daha fazlasını yapmaya hazırdı. Onu böyle canlı bir iskelet gibi görmek Arya'yı fena halde kırıyordu. Diana küçük arkadaş gruplarındaki neşenin kaynağıydı. Yokluğu çok ama çok fark ediliyordu.

"Diana," diye mırıldandı yumuşak bir sesle. "Ben geldim, sana en sevdiğin meyveleri getirdim."

Arya elindeki meyve sepetini masaya bırakıp yatağa yanaştı. Diana terden sırılsıklam olmuştu. Hemen üzerindeki örtüyü çekip ona daha iyi bakmaya çalıştı. Eliyle kızın yüzündeki terleri silmeye çalışırken bir de gördü ki Diana alev alev yanıyordu. Hemen bir şifacı çağırmak üzere kapıya yöneldi fakat tam o sırada rüyasında Elçi'yle kızgın bir kavgaya tutuşmuş olan Diana, mırıldanmaya başladı.

"Onu öldürmeyeceğim," dedi Diana. Kelimeler ağzından güçlükle bir inilti gibi çıkıyor, zar zor seçiliyordu.

Arya kaşlarını çattı ve onun yanına geri döndü. Kâbus gördüğünü sanıyordu ve onu uyandırmaya çalıştı.

"Diana, uyan. Kâbus görüyorsun, bak ben buradayım." Kızın sırtını sıvazladı.

"Hayır onu sen de öldürmeyeceksin," diye yeniden mırıldandı Diana. Bunun üzerine Arya kıkırdadı. Bu haliyle Diana'yı çok sevimli bulmuştu.

"Tamam ben de öldürmeyeceğim. Ama eğer senin canını yakıyorsa bir düşünmem lazım," dedi Arya kıkırdamaları arasından. Hala Diana uyansın diye sırtını sıvazlıyor, onu dürtüklüyordu. Diana'nın gözlerinden bir yaş aktığını gördü Arya. "Pekâlâ," diye iç çekti ve onu uyandırmanın en mantıklı yolunun sevdiği meyvelerin kokusunu alması olduğuna karar verdi. Ayağa kalkıp meyve sepetine uzanırken kalbinin hızla çarpmasına neden olan başka bir cümle duydu.

"Davin'i öldürmeyeceğim."

Arya donup kaldı. Hızla arkasını dönüp Diana'nın yanına geri döndü. Artan nabzı ve çatık kaşlarıyla Diana'yı öylece izledi.

Rüyasında Elçi'yle ettiği hararetli bir tartışmada Diana şu sözleri bağıra çağıra söylüyordu. "Davin'i öldüreceğime kendimi öldürürüm daha iyi!"

"Bunu istesen de yapamazsın!" diye karşılık veriyordu Elçi.

Diana alaycı bir kahkaha attı. "Görürüz." Gülümsemesi tehditkâr bir şekilde yüzünden silindi. "Ve eğer onun kılına zarar vermeye kalkarsan sadece kendimi öldürmekle kalmam."

Fakat mırıltılar sadece şu şekilde çıktı Diana'nın ağzından.

"Davin'i öldüreceğim..."

Arya şok içinde ayağa kalktı. Ağzından istemsizce bir çığlık kaçmıştı. Hemen eliyle ağzını kapattı. Diana'nın elf yardımcıları çığlığın sesini duyacak olmuşlardı ki kapının önünde bir ses işitti Arya. Hemen meyve sepetini kaptı ve portasyonun içinde gözden kayboldu.

Yıldız Sarayı'na geri dönen Arya kendini hemen odasına kapattı. Duyduğu şeyleri sindirmeye çalışıyordu. Diana'nın ormanda bulunduğu gece Davin'e nasıl baktığını hatırladı. Onu odasında sık sık ziyarete gittiklerinde Davin'le sürekli göz göze geldiklerini yakaladı. Diana bunu yapar mıydı? En yakın arkadaşlarından birine kıyar mıydı? Arya düşününce, Diana'nın absürt tavırlarını düşününce, bu sorulara hayır diyemiyor fakat mantıklı bir açıklama da getiremiyordu.

Birkaç saat sonra her zamanki gibi yemek salonunda bütün Yıldız ailesi toplanmıştı. Sıradan, parlak gecelerden biriydi. Sorunsuz ve huzurluydu. Kraliçe, kral ve Davin kendi aralarında keyifle sohbet ederken yemeğiyle oynayan Arya'yı es geçmek mümkün değildi.

"Bir sorun mu var?" dedi Yıldız Kralı Rigel.

Arya düşünceleri arasına öyle bir dalmıştı ki onu duyamadı bile.

"Arya," diye yineledi Davin.

Arya isminin geldiği yöne doğru bakınca Davin'in sevgi dolu yüzüyle karşı karşıya geldi. Ona öyle bakınca Diana'nın bozuk plak gibi kafasında dolaşan sözleri onu gafil avladı. Bu ona çok ağır geliyordu. Canından çok sevdiği kardeşiyle bir veliaht prenses olan en yakın arkadaşı arasından bir seçim yapmak zorunda hissediyordu. Aniden ayağa kalkıp ağlayarak orayı terk etti.

Herkes ayaklandı. Fakat Yıldız Kralı, "Siz oturun, ben ne olduğunu öğrenirim," dedi ve Arya'nın peşinden gitti.

Rigel onu sarayın yüksek balkonlarından birinde ağlayarak buldu. Arya güçlü bir kızdı, onu daha önce böyle görmemişti. Duygularını saklamakta ustaydı.

Yanına gidip kızının saçlarını okşadı. Arya başını kaldırıp onu görünce sıkıca sarıldı.

"Ne olduğunu anlatmak ister misin?"

Yıldız Prensesi başını iki yana salladı. Kral sustu ve prenses sadece ağladı. En sonunda kendine gelmeye başladığında konuşmaya hazırdı.

"İki insan arasında seçim yapmak zorunda kalsaydın, kimi seçerdin baba?" dedi prenses.

Bunun üzerine kral kaşlarını havaya kaldırdı. Beklediği bir soru değildi. "Kim olduklarına bağlı," diye cevap verdi.

Arya derin bir nefes aldı. Bunu sormanın başka bir yolu olmalıydı. "Krallığımı ve krallığımdaki herkesi korumak benim nihai görevim öyle değil mi?" dedi bu defa.

"Elbette öyle. Krallığın her şeyden önce gelir."

"Aynı zamanda dengeyi de korumalıyım."

"Evet. İkisini de yapmalısın."

"Peki krallığımla denge arasında bir seçim yapmak zorunda kalsaydım hangisini seçmem gerekirdi," dedi Arya bu defa.

Bunun üzerine kral, Arya'nın onu görmediğinden emin olarak sinsice gülümsedi. Beklediği soruydu. "Kesinlikle krallığın daha önemli," dedi.

Arya başını yasladığı babasının yüzünü görebilmek için doğruldu. "Emin misin?"

"Sen Yıldız Krallığı'nı korumalısın. Denge kendiliğinden karmasını oluşturur ve yerini bulur," dedi çok profesyonel bir şekilde.

Arya başını kaşıdı. "Ne olursa olsun mu?"

Kral Rigel başıyla onayladı. "Ne olursa olsun."

Arya'nın kafası karışmıştı fakat babasının sözlerine de güveniyordu. Onu yanıltacak bir şey yapmayacağına emindi. Ayrıca bu savaşı başlatan kendisi değildi. Bu yüzden ne yaparsa yapsın o suçlu olmazdı, öyle değil mi?

Birkaç hafta sonra Diana kendini daha iyi hissetmeye başladığını ve birlikte vakit geçirmek istediğini söylemişti. Bunun üzerine herkes en iyi şekilde hazırlık yapmış, her zaman olduğu gibi Polus'a gideceklerdi.

Davin ve Elio onları Polus'ta beklerken Nora ve Arya da Diana'yı almaya gittiler. Ay Prensesi geçen zamana karşın hala portasyonu çağıramayacak kadar güçsüzdü.

Önce Arya, prensesin odasında belirdi. Her şeye rağmen gülerek girdi Diana'nın odasına fakat Diana'nın acelece bir şey sakladığını fark etti. Ayrıca beline de bir hançer iliştirmişti. Diana hançer taşımazdı. Hançer onun olayı değildi.

Nora da odaya girdikten sonra Arya dayanamayıp sordu. "Hançer ne iş?"

"Babamın hediyesi. Ne olur ne olmaz diye yanıma alıyorum. O geceden sonra...," diye cevap verdi Diana.

Yine de bu cevap Arya'yı tatmin etmemişti. Hala bu kadar hasta iken toplanmayı teklif etmişti Diana ve şimdi de besbelli bir şeyler saklıyordu. Geç olmadan kendisi önce davranmalıydı.

Arya her ne kadar Diana'nın Davin'i öldüreceğinden şüphelense de Diana aslında o gece bir veda buluşması için toplanmayı teklif etmişti. Ay Prensesi o gece, ona hediye edilen hançerle intihar edecekti.

Nora'nın yarattığı bir portasyondan içeri girdiler ve şahane bir şekilde hazırlanmış olan Polus'a ulaştılar.

"Vay canına," diye mırıldandı Diana.

"Beğendin mi?" diye sordu Elio. Diana'yı mutlu edebilmek için elinden geleni yapmıştı.

"Bayıldım," dedi Diana.

Elio - Davin'i yardım etmek için zar zor ikna etmişti çünkü bu tür eğlence işleri onun değil Elio'nun olayıydı- Polus'a bembeyaz tüllerle kaplı bir çardak kurmuştu. Çardağın içine rahat edebilecekleri kadar çok yastık ve atıştırmalık yerleştirmişti. O gece Ay yoktu, Yıldızlar taht kurmuştu Gökyüzü'ne fakat bu manzarayı desteklemek istercesine her yeri ateş böcekleri sarmıştı. Ortam muazzam derecede huzurluydu.

"Nasılsın," diye sordu Davin Diana'ya.

Diana tereddütle ona cevap verdi. "Daha... iyiyim."

Bu gece yapacağı şey yüzünden Davin'i daha fazla umutlandırmak istemiyordu. En azından duygusal olarak ondan kopabilmek istiyordu. Fakat bu tavrı Arya'yı daha çok tetikliyordu. Yıldız Prensesi, Diana'nın Davin'den ölümüne nefret ettiğini kabullenmişti.

Gecenin ilerleyen saatlerinde herkes konuşmaya dalmışken Diana izin istedi. Nereye, diye sorduklarındaysa mütevazı bir şekilde tuvalete gideceğini söyledi.

Polus'un karanlık ağaçlarının arasında hızla ilerledi. Amacı herkesten ve her şeyden uzaklaşmaktı. Onu kimsenin bulamayacağı bir yere gitmek istiyordu. Ve Öz'de onu herkesten saklayabilecek tek bir büyülü yer vardı: Davin'le inşa ettikleri cenneti. Gözü o kadar kararmıştı ki oraya kadar yaya gitmek onun için sorun değildi.

Daha sonra tam da tahmin ettiği gibi Davin peşinde belirdi. Gizlice Diana'yı takip etmeye çalışmıştı ama kurumuş ağaç dalları yüzünden kendini ele vermişti. Onu atlatmasına imkân yoktu, Davin çok zeki biriydi. Bir şeylerin ters gittiğini anlamıştı. Henüz gitmesi gereken yere varmamıştı ki ilerideki ağaçlardan birine yaslanmış şekilde karşısında belirdi Davin.

"Tuvalet o tarafta değil."

Diana onun gözlerinin içine baktı. Yeşilin en güzel tonu olan gözlere. Yavaş adımlarla ona yaklaştı. Orada, onun için endişelendiğini görünce dayanamayıp sıkıca sarıldı. Davin şaşkınlık içerisinde orada kalakaldı. Diana hıçkırıklar içinde ağlayınca onu kendinden uzaklaştırıp yüzünü görebilmek için eğildi.

"Hey, sorun ne?"

Diana burnunu çekti. Bir veda konuşması yapmak üzere olduğuna inanamıyordu.

"Davin..." Elleri alacakaranlıkta bile parlayan, Yıldız tozlarıyla parıldayan saçlara gitti. O saçlarını okşarken Davin onun gözyaşlarını eliyle sildi. "Seni seviyorum," dedi en sonunda.

Bunun üzerine Yıldız Prensi mükemmel gülümsemesini sundu ona ve sıkıca sarıldı. "Bunu söylemek seni bu kadar ağlatıyor mu? Ah, Ay Prensesi ve yıkılmaz egosu..." diye takıldı ona.

Bunun üzerine Diana da kıkırdadı.

Daha sonra Davin kızı kendinden uzaklaştırdı. "Ben de seni seviyorum Ay ışığım." Diana'nın daha çok ağladığını görünce suratını astı. "Ayıma yağmur damlıyor. Yağmuru severim bilirsin, ondan nefret etmeme olanak verme."

Diana hıçkırıkları arasında güldü.

"Gökyüzü yasalarını çiğnedik," dedi Diana. "Bunun için başımız derde girebilir."

"Şu anda bunları düşünmeyelim. Bana neler olduğunu anlat. Neden buraya geldin?"

Diana yalan söyledi, "Seni görmek için. Seni özlüyorum." Davin'e içirmek üzere bir unutma iksiri hazırlamıştı. Bu yüzden son bir defa içindekileri söylemekte bir sakınca görmüyordu.

Davin onu kendine çekti ve uzun uzun öptü. Geri çekildiğinde alnını prensesin alnına yasladı. "Yine de seni üzgün görmek istemiyorum. Neden birdenbire bu kadar güçsüz düştün? O gece ne oldu? Bilmem gereken bir şey var mı?"

Diana başını yavaşça iki yana salladı.

"Bana güveniyor musun?" diye sordu.

Davin bir saniye bile düşünmeden cevap verdi. "Her zaman."

Diana cebine uzandı. Küçük bir cam şişeyi çıkarıp Davin'e verdi. "Bunu benim için içer misin?"

"Bu nedir?"

Diana gözlerini kapatıp güçlükle yutkundu. "Sorma, sadece iç, olur mu?"

Davin ikiletmeden şişenin kapağını açtı ve kafasına dikti.

"Hayır!" diye bir çığlık koptu arkalarından.

Arya.

Yıldız Prensesi hiç beklemeden zehirlere buladığı hançerini çıkardı ve Diana'yı hedef alarak fırlattı. Hançer Ay Prensesi'ni sırtından yakalamıştı.

Davin'in gözleri kollarına düşen Diana'yla kız kardeşi arasında gidip geldi. Şok içerisinde bakıyor, tepki veremiyordu.

"Sen... Ne yaptın?"

"Davin, buraya gel oğlum," diye bir başka ses katıldı onlara. Yıldız Kralı.

Acıdan nutku tutulmuş Ay Prensesi her şeye rağmen onun gözlerinin içine bakıyordu. O zaten ölmek istiyordu ama bunu Davin'in gözlerinin içine bakarak ya da çok güvendiği bir arkadaşının gazabıyla yapmak istemiyordu.

"Yardım et," diye seslendi Davin babasına.

"Onu bırak ve hemen buraya gel, Davin."

"Hayır!" Hızla Arya'ya çevirdi başını. "Sen delirdin mi? Ne yaptığını sanıyorsun?!" Sinirden deliye dönmüştü.

"O seni öldürmeye çalıştı."

Diana zehrin etkisiyle bütün iç organları parçalanıyor gibi hissediyordu. Ama yine de kaşlarını çatmış Davin'e bakıyordu. Neden unutmamıştı?

"Onu bırak ve hemen buraya gel, bu bir emirdir!" diye gürledi Yıldız Kralı.

Davin istese de istemese de Ay Prensesi'ni yere bıraktı. Çünkü Kral Rigel onu bırakmaya zorlayan bir büyü yapmıştı.

Diana yerde inledi. Zehir içini çürütüyordu. Kalbi eriyordu. O denli büyük bir acı çekiyordu ki, nefes almak bile ona zor geliyordu. Gözleri Arya'yı buldu. Arya ona pişmanlıkla bakarken bu görüntüyü aklının bir köşesine kazıdı. Yıldız Prensesi yaptığı hatayı telafi etmek için hareketlendi fakat Yıldız Kralı'nın büyüsü onu da yerine sabitlemişti.

Ay Prensesi kustu. Bütün gece yediği şeylerle birlikte vücudundaki bütün kanı kusmaya başladı. Ağlıyordu. Nefes almaya çalışıyordu fakat istese de acıdan alamıyordu. Dur durak bilmeden de kusmaya devam ediyordu. Boğuluyordu. Deliriyordu. Her şeyiyle, her milimiyle, her bir düşüncesiyle acı içinde yanıyordu.

Ve bütün bunlar sevdiği adamın gözü önünde oluyordu.

Ve Yıldız Prensi sevdiği kadının ölümünü seyrediyordu.

"Yapma!" diye haykırdı Davin. "Bırak beni ona yardım edeyim!"

"Sınırlarını çoktan aştın, evlat. Yapman gereken tek bir şey vardı ve onu da eline yüzüne bulaştırdın. Bu senin cezan."

Yıldız Prensi çırpındı. Onu kontrol eden büyüden kurtulmak için kendini parçalamaya hazırdı. Fakat Yıldız Kralı öyle bir öfkeyle ona el koymuştu ki, prens ne yaparsa yapsın bundan kaçamıyordu. İzlemek zorunda kalmıştı. Ay Prensesi'nin acı çekerek ölmesini izlemek zorunda kalmıştı. Elinden hiçbir şey gelmiyordu. Kocaman açtığı gözleriyle sevdiği kadının ölümünü sindirmeye çalışıyordu. Prensesin attığı her çığlık ruhuna bir ıstıraptı. Prensesin akıttığı her bir damla gözyaşında boğulmak, kustuğu her zehirli kanda yıkanmak istiyordu. Dakikalar önce birbirlerine aşklarını ilan ederken yaşadığı coşku şimdi yerini büyük bir işkenceye bırakmıştı. Öldüğünü görmek onu deli ediyordu. En kötüsü de bir ölüm meleği olduğu için değil, kalbine yerleştirdiği prensesin yokluğunu hissetmeye başladığı için acı çekiyordu. Keskin zekâsı ve aklıyla bilinen Yıldız Prensi aklını kaybediyordu. Yaşam veren gözlerinin yeşili, ölmüş ruhların rengine büründü.

Diana bir daha haykırdı. Kalabalığın arasında yalnız kalmıştı. Ait olduğu gece yarısında ihanete uğramıştı. Ölmekten pişman olmuştu. Hayır ölmekten değil, Davin'in önünde ölmekten pişman olmuştu. Hazırladığı iksirin işe yaramadığını anlamıştı bu yüzden pişmanlığın en büyüğünü yaşıyordu. Odağını toplayıp ona yardım edebilmesi için enerji göndermeye çalıştı Ay Sarayı'na. Fakat o zaten günlerdir güçsüzdü, üstelik Gökyüzü bu gece Yıldızlar'a ev olmuştu. Gecenin kızı ilk defa karanlıktan ve yalnızlıktan delicesine korkmuştu.

İşte o an bir felakete bile sebep olsa, gecenin kör karanlığında Güneş'in doğmasını diledi Ay Prensesi.

Kendini bıraktı. Geceye ve ölüme teslim oldu. Davin acı içinde haykırdı. Sevdiği adamın çığlıkları arasında, gece ve yalnızlığın esiri oldu.

☀️🌙✨

// Maneskin : The Loneliest

Medyayı kontrol etmeyi unutma!

Comment