five

2 YIL ÖNCE 


Annabeth gözlerini bir kafeste açtı. Elini kanayan alnına götürüp olanları hatırlamaya çalıştı. Kronos'un Olimpos'a ulaşmaması için verdikleri savaşı anımsadı, savaş sırasında başına sert bir darbe almış olmalıydı. Olduğu yerden doğrulup etrafa bakındı. "Neden hala hayattayım?" diye mırıldandı.


"Çünkü bize lazımsın." Annabeth arkasından gelen sesle irkildi. Arkasını döndüğünde Percy Jackson'ı gördü. Kronos'un ordusundakilerinki gibi siyah spor bir takım giymişti, takımın belli yerlerinde altın rengi işlemeler vardı; çoğu Kronos'un kudretini, zamanı bükmesini ve tırpanını temsil ediyordu. 


Annabeth parmaklıklara yapışıp Percy'e olabildiğince yaklaştı. "Beni hemen öldürmeliydin."


Percy sırıttı. "Biraz eğlence olmadan mı? Çok sıkıcısın."


"Eğlence falan olmayacak. O yem, ona dokunmayacaksın." Annabeth Percy'nin arkasından gelen sesle parmaklıkları bıraktı ve geriledi. Onunla hiç tanışmamıştı ama ne kadar güçlü olduğunu biliyordu. 


Thalia karanlıktan çıkıp Annabeth'i iyice süzdü ardından Percy'e döndü. "Yüzünde dahi tek bir çizik istemiyorum. Anladın mı beni?"


Percy gözlerini devirdi. "O buraya gelmeyecek, Lord Kronos onu çoktan öldürmüştür. Bırak kızla azıcık eğleneyim."


"SANA KIZA DOKUNMAYACAKSIN DEDİM!" Gökyüzünde bir şimşek çaktı ve Percy bile Thalia'dan geriledi. Thalia bundan tatmin olmuşçasına gülümsedi. "Luke bu gece buraya gelecek ve bize katılacak."


"Thalia boşa umut ediyorsun, Luke keçi gibi inatçıdır." 


Thalia gözlerini kısıp Percy'e bir süre baktı. Büyük ihtimalle onu havaya uçurup uçurmamayı düşünüyordu. Sonunda elini sıranın sonundaki hücreye doğru salladı. "Senin başka işin yok mu? İlla eğlenmek istiyorsan onunla eğlen." deyip odadan çıktı. 


Percy kaşlarını çatıp sonraki hücreye bakıp homurdandı. "İyi de daha onunla dün oynadım, iyileşmemiştir ki!" diye homurdandı ve odayı terk etti. Annabeth sondaki hücreye olabildiğinde yaklaşıp kıza baktı. Kızın sarı saçları dağınık bir şekilde sırtına dökülüyordu, aylardır taranmamış gibiydi. Kıyafet yerine üzerinde ameliyat elbisesine benzer beyaz bir elbise vardı ancak elbisenin her yanı kan lekeleriyle doluydu. Kızın teni bembeyazdı; kolları ve bacakları da kesiklerle kaplıydı. Kız başını elleri arasına almış bir köşeye sinmişti


Annabeth sesini olabildiğince nazik tutmaya çalıştı, kızın iyi durumda olmadığı belliydi. "Merhaba? Şey... Ben Annabeth, sen kimsin?"


Kız irkilip başını kaldırdı ve Annabeth'e baktı. Yüzünde korkmuştan çok acıyan bir ifade vardı. Fısıldarcasına konuştu. "Seni yakalamasına hiç izin vermemeliydin."


Annabeth kızın dediğini duymazdan geldi. "Sana ne oldu?"


"Erkek kardeşimi öldürdü. Sonra ben... Beni..." kız hıçkırarak ağlamaya başladı. Ancak birden elini ağzına götürüp ağlamasının sesini kesmeye çalıştı. 


Annabeth daha ne olduğunu anlayamadan Percy hızla odaya girdi ve kızın hücresini açıp kızı saçından tutarak ayağa kaldırdı. "BEN SANA NE SÖYLEDİM?!"


"Ko-Konuşmam yasaktı. Öz-Özür dilerim, efendim."


"Onu rahat bırak!" Annabeth konuştuğunda Percy onun hücresine bir bakış attı anca söylediklerini duymazdan geldi. 


Kızı sertçe duvarın dibine oturttu. Kızın üzerindeki elbisenin bir omzunu indirip kızın omzunu açıkta bıraktı ve belindeki kılıcını kızın omzuna sapladı. Kızın gözleri dehşetle açıldı ama ağzından bir iniltiden başka bir şey çıkmadı. Percy elindeki kanı kızın üzerine silip ayağa kalktı. "Bu kılıç yarın sabaha kadar orada duracak, anlaşıldı mı?" Kız deli gibi başını salldı. Percy hücrenin kapısını kilitleyip son bir defa kıza baktı. "Umarım bu sefer dersini iyi alırsın Bianca." 


 ŞİMDİ 


"Kızın adının Bianca olduğundan emin misin?" diye sordu Annabeth Luke'a biraz daha ambrosia içirirken. "Ve bir de erkek kardeşi var, Nico."


Percy başını salladı. Annabeth iç çekti. "Bir de başka bir kamp daha mı var? Bunlardan nasıl bahsetmezsin?!"


Percy gözlerini kıstı. "Çünkü ne zaman konuşmaya başla-"


"Ona neden güvenmediğimi şimdi görüyorsun, değil mi?" Diyerek Annabeth arabayı süren Lee'ya baktı. Lee başını iki yana salladı. "Annabeth bırak Percy cümlesini tamamlasın."


"BANA ONU MU SAVUNUYORSUN?" Annabeth öyle bir bağırdı ki baygın olan Luke inleyerek gözlerini kısa süreliğine açtı ancak sonra yine bayıldı. Percy ön koltuktan dönüp Annabeth'in bileğinden tuttu. "Bak, bana güvenmediğini biliyorum, sebebini de artık anlıyorum ama ben o değilim."


"Sana neden inanayım? Luke ile içeri gittin ve Luke tüm bedeni kaynar suyla kızartılmış olarak döndü ve sen Thalia'nın sizi bıraktığını söylüyorsun. Kronos için çalışmadığını nereden bileyim?"


"Styks üzerine yemin ederim ki Kronos için çalışmıyorum."


Annabeth durup Percy'nin gözlerine baktı. Bir süre sessizce öylece durdular sonunda Annabeth başını salladı. "Lee arabayı durdur, Percy ve ben şu kızı bulmaya gidiyoruz."


-


"Othrys Dağı mı? Burada mı yaşıyorum yani?" Percy yüzünü buruşturdu. "Ne yani Manhattan'ın suyu mu çıktı?"


"Evet," diye homurdandı Annabeth. Percy başını çevirince açıklama gereği duydu. "Kronos tahta geçince Manhattan'ın nüfusunu gereksiz buldu, bazılarını özel askeri olarak aldıktan sonra kalan herkesi öldürdü."


Percy yutkunup başını yere eğdi. "Tanrılar... Nasıl kaybetti?"


Annabeth sırtındaki çantadan bir maymuncuk çıkartıp zindan odasına giden kapıyı açmaya çalıştı. "Thalia Ophiotaurus'u öldürdükten sonra Kronos'u ve diğer titanları Tartarus'tan çıkarttı. Olimpos'a gidip Zeus ve Hera'yı alaşağı ettiler. Tüm tanrılar Olimpos'ta değildi; bazılar şanslıydı, bazıları aptal. Ares saldırıyı duyunca Olimpos'a savaşmaya gitti ama..." Annabeth eliyle Atlas'ın bir zamanlar gökyüzünü taşıdığı yeri gösterdi. Percy daha önce hiç dikkat etmemişti ancak orada duran bu sefer Atlas değil Ares idi. Percy'nin boğazı kurudu, Ares'ten ne kadar nefret etse de Atlas'tan daha fazla nefret ediyordu yani o acıyı çekmeyi Ares hak etmiyordu. 


Annabeth anlatmaya devam etti. "Kronos başa geçtiğinde yakaldığı melezlerin özlerini kullanıp tanrıları yakalamaya başladı. Hades, Demeter, Afrodit, Hephaistos, Dionisus ve Persephone bu sebeple yakalandı. Hermes, Apollon ve Artemis bir hafta içerisinde yakalandı. Hermes buraya... Buraya Luke'u kurtarmak için gelmişti ama Thalia'nın gücünü hesaba katmamıştı. Apollon ve Artemis de ona yardım ederken yakalandı." 


"Peki ya annen? Bab... Poseidon?"


Annabeth'in yüzünde acı bir tebessüm oluştu. "Annem yakalanmayacak kadar zeki ve Poseidon ise... Bilmiyorum, sanırım Percy kendi özünü vermeyi kabul etmedi, Poseidon hala özgür."


"O zaman hala umut var demektir." 


Annabeth başını iki yana sallayıp sonunda kapıyı açtı. İçerisi bir duvar boyunca parmaklıklı hücrelerle doluydu.  Annabeth son hücreyi işaret etti. "Sen gidip onu çıkar, DNA'n kapıyı açar. Benim bunu tutmam gerek yoksa buraya kısılır kalırız."


Percy başını sallayıp son hücreye doğru yürümeye başladı. Çoğu hücrenin zemininde çürümüş kan vardı. Bazı hücrelerde saç ve deri parçaları görünce midesi bulandı. Sonunda son hücreye geldiğinde zayıf bir kızın bir köşeye gömüldüğünü gördü. Elini panele tutup kapıyı açtı ve içeri girdi. "Bianca?"


Kız titremeye başladı ama hiçbir ses çıkartmadı. Percy kızın yanına çömeldi. Onu tutup ayağa kaldırmak istiyordu ancak kızın tüm bedeninde kesikler vardı. "Bianca iyi misin? Yüzüme bak."


Kız yavaşça başını kaldırdığında Percy'nin tüyleri diken diken oldu. Yüzünün ortasında dev bir kesik vardı, yaranın üzerine beceriksizce dikiş atılmıştı ancak bu daha da acı veriyor gibiydi. Percy'nin kendini toparlaması birkaç saniye sürdü ardından dikkatlice Bianca'nın kollarının yarasız herhangi bir yerlerinden tutup ayağa kaldırdı. Bianca kollarını çekip eliyle elbisesini çözmeye başladı. "Özür dilerim efendim. Bu sefer a-az ağlamaya çalıştı-"


Percy Bianca'nın ellerini yakaladı. "Hey sorun değil, dinle, ben o değilim. Seni kurtarmaya geldim." Bianca başını öne eğip mırıldandı. "Ya-Yani yine mi küvet? Ama daha dü-Nasıl isterseniz." dedi ve hücrenin çıkışına yöneldi. Percy duyduğu sözleri anlamakta zorlanıyordu. Ama tek bir şeyden emindi; kesinlikle küvete falan gitmeyeceklerdi. 


Percy üzerindeki ceketi yakalayıp Bianca'nın omuzlarına sardı ve onu kucağına alıp kapıda bekleyen Annabeth'in yanına gitti. Annabeth sanki Bianca'yı tanıyormuş ve yaşadığına inanamıyormuş gibi baktıktan sonra üçü birden oradan çıktılar. 


Labirentin girişine birkaç adım kalmıştı ki iki kişinin sesi duyuldu. "Onların kaçmasına izin verdiğine inanamıyorum!"


"Önceliklerim vardı, Luke seni zehirlemişti." diye homurdandı Thalia.


Percy'nin öfkeden delirdiği sesinden belli oluyordu. "Önceliklerinin Luke'a karşı olan duyguların olmadığına emin misin? Castellan parmaklarımın ucundaydı, onu haşlanmış patatese çeviriyordum ve sen eski sevgiline bunu yapmama dayanamadın!"


Bianca gözlerini kocaman açıp kucağında durduğu Percy'e baktı. Ağzından bir şaşkınlık nidası kaçtı. Annabeth hızla cebinden bir kese çıkartıp Bianca'nın yüzüne üfledi ve Bianca kendinden geçti. Percy korkuyla diğerlerinin sesinin geldiği yöne baktı. Birden Thalia ile göz göze geldi. Thalia'nın yanındaki Percy yerinden kalktı. "Neydi o?"


Thalia onu ittirip geri koltuğa oturttu. "Aptal Ares'ten başka bir şey değil, konuyu saptırma." Thalia önce Percy'e göz kırptıktan sonra eğilip yanındaki Percy'nin boğazına yapıştı. "Ve Luke'a karşı hiçbir şey hissetmiyorum. Bu konu burada kapanmıştır. Nokta."


Annabeth kolundan çekiştirdiğinde Percy ona döndü. Annabeth dudaklarını kıpırdattı. O da neydi öyle?


Percy omuz silkti. Bilmiyorum. Hadi gidelim.


Annabeth onaylayıp duvardaki Δ  harfine bastırdı ve beraber labirente girdiler.         

Comment